Binlerce yıldır dilden dile, kuşaktan kuşağa sözlü olarak ve dahi görerek, yaparak, yaşayarak öğrenilip aktarılan zengin kültürel miras özü itibariyle, kendimizden sonraki kuşaklara aktarmamız için önceki kuşakların bize emanetidir. Bu büyük miras yazılı-basılı ortama alınıp muhafaza edilmezse zamana yenik düşer. Tanıklıklar da öyledir, tespitler, analizler, yorumlar ve fikirler de. Sanat-edebiyat bağlamında yaratıcı potansiyeli yüksek yetenekler elbette ki bundan ayrı düşünülemez. Yaşamın bütün alanlarına giden kapılar sonuna kadar açık olmalı ki, zamana yenik düşmesin hiç biri. Bundan ötürü, uzak-yakın geçmiş zamana yolculuk bazı hallerde elzemdir.
Öyle bir yolculuk ki ‘gerçek nerede baÅŸlar, masal nerede?’, ayırt edebilmek çok zor. YaÅŸadığımız toprakları yurt edinip zor hayatlar sürdü nineler, dedeler. Ne yaptılar, nasıl yaÅŸadılar, ne düşündüler? Ä°nanç, diÄŸer kültürel faktörler, yaÅŸamın binbir yüzü… O kısım sonuna dek ‘yerel, yerli’. Söze konu insan, öyle ya; Hırs, yalan, riya, korku, endiÅŸe, haset, neÅŸe, üzüntü, heyecan, sükûnet, aÅŸk, doÄŸum, ölüm... Ä°yi, kötü… Ve yaÅŸamın bu yüzü, şüphesiz ‘evrensel’. Belki hepsinden önemlisi, hiçbir ÅŸeyin göründüğü ve/ya gösterildiÄŸi gibi olmadığıdır.Â
Koşullar değişti; İnsan, hâlâ aynı insan (mı?)