Kalın perdeler ruh dünyamı pozitif etkenlere kapatsa da kader yolunu bulup yine de tecelli ediyor gibiydi. Bundan sonrası bana bırakılmıştı, ya hâletiruhiyeme teslim olup yanağıma konan o küçük sızmayla yetinecektim, ya da üzerimdeki ölü toprağı savurup güneşle arama engel koyan kalın perdeleri aralayacaktım.
Kader daha fazlasını yapmazdı insana...
O, küçük de olsa bir yol açar, ama yürüme işini de bize bırakırdı.
Kolumuzdan tutup zorla yürütmezdi bizi. Öyle olsaydı tüm mesuliyeti kadere yükler, ağustos böceği gibi yan gelip yatardık.
Hâlbuki karınca gibi olmamız isteniyordu bizden. Sırtımıza yüklediğimiz sorumluluklarımızı, önümüze çıkan tüm engelleri aşarak hedefe ulaştırmak. İster oflayıp puflayarak ister şarkılar söyleyip şiirler okuyarak...
Hayattan alacağımız lezzet de bu iki seçenekten hangisini seçtiğimize bağlanmıştı...
Öyleyse “Bismillah,” deyip kaldırmalıydı yorganı üzerimizden.
Perdeleri aralayıp “Merhaba,” demeliydi bizim için doğan güneşe.
“Merhaba,” demeliydi yeni umutlarla doğan güne...
İçimizdeki yaralara inat “Merhaba,” demeliydi can taşıyan tüm mahlukata...
En afilisinden bir “Merhaba,” da güneşin doğuşuyla beraber açılan yeni sayfaya.
Her şeye rağmen hayat devam ediyordu çünkü...