Sıcak bir ilkbahar günü, Kuzey dağlarından Dilge topraklarına güçlü bir fırtına geldi. İlk önce şimşek çaktı ardından gök gürleyerek yağmuru haber verdi. Hemen sonra her bir yağmur damlası bir meleğin parmak ucunda yeryüzüne indi. Suya muhtaç kuru toprak, o yağmuru kana kana içti. Ve yıllardır kuru olan nehir büyük bir şevkle dolup taştı. Birkaç günün ardından fırtına kuzeye geri döndü, güneş tekrar gün yüzüne çıktı. Birbirlerine hem kalben hem de ruhen bağlı üç arkadaş, yıllar sonra dolan nehrin yanına gittiler. Nehrin üstündeki eski tahta köprü ve yaşlı Ardıç ağacı onların ziyaretini sevgiyle karşıladı. Bu üç kız çocuğu nemli toprağı, nehrin ışıltısını ve gökyüzünün tatlı mavisini büyülenerek izledikleri vakitte, nehrin üzerinden akıntıyla birlikte kendilerine doğru gelen bir kutu fark ettiler. Bu kutuyu alıp açtıklarında olacaklardan elbette haberleri yoktu. Öyle toy ve küçüktüler ki nehrin hediyesi olarak gördükleri o kutu ilk önce arkadaşlıklarını daha sonra ise Dilge topraklarını yakarken hiçbir şey yapamadılar.
Yıllar sonra nehrin hediyesi bir başka kız çocuğunun eline düştü. Tarih hep tekerrür mü ederdi yoksa içine kahramanlığın tohumları atılmış bu kız çocuğu, hükümdarın buz tutmuş kalbini çözüp, Dilge’ye tekrar sevgiyi getirebilir miydi?
Güneş tam tepede, havada kavurucu sıcak
Bilge getirdi bana bir sepet, içimde heyecan biraz da merak
Çıktı içinden üç tane civciv, evim oldu şen şakrak
Büyümeyin civcivlerim hiç büyümeyin, Di sizi büyümekten kurtaracak!