“Yürüyorum akşamın içinde, daha ne kadar yürüyeceğimi bilmeden. Hep böyle yürüsem diyorum. Her şey sona erse, bir tek yürümek kalsa benden geriye. İnanıyorum ki; ilelebet böyle yürüyebilirim, geriye dönmek yoksa ucunda, her yere gidebilirim, ayaklarım yere değmiş değmemiş bir daha umursamayabilirim, tek bir ayak izim kalmasa da geriye, bu dünyadan bir Zümra geçti dedirtebilirim...”
Toplumla birey arasında, kabul görmekle kabul etmek arasında, dış dünya ile iç dünya arasında sıkışmış insan yine de var olmak ister. Kendini tam anlamıyla yeryüzüne ait hissedemeyen, sürekli toprakla arasındaki mesafeyi ölçen Zümra, modern dünyada tek başına var olmaya çalışarak, toprak, hava, su ve ateş halleri ile bizleri tüm bu sıkışmışlığa şahit tutuyor.