Hemen mendili açıp burnuna bastıran İrfan, cebinden çıkardığı on lirayı çocuğun eline tutuşturdu. Çocuk: “Bozuğum yok.” dedi. İrfan, başını kaldırdı, peronda kalkışa hazırlanan trene baktı, o trenin gittiği yere gitmek istedi, “Bul öyleyse, treni kaçırmak istemiyorum, çabuk ol, acelem var!” diye sesini yükseltti. Çocuk, İrfan’a gözlerini dikti, durgun, sakin ve olgun gözleriyle bir süre baktı. “Abi, ben yarım saattir seni seyrediyorum. Senin acelen falan yok. Yetişmeye çalıştığın bir tren de yok. Fakat sana yardımcı olabilirim. Bende bir tren bileti var. Onu para üstü yerine sana vereyim.”
İrfan, çocuğa şaşkın gözlerle baktı, birkaç saniye durakladıktan sonra: “Nereye gideceğimi bilmiyorsun ki!” dedi. Çocuk az önceki soğukkanlılığını hiç bozmadan: “Asıl sen nereye gideceğini bilmiyorsun. Benim biletim seni gitmek istediğin yere götürür.” dedi. İrfan, müstehzi bir gülüş bıraktı dudaklarına. “Söyle bakalım küçük bey, nereye götürecek bu bilet beni?”
Çocuk, yaptığı işin ciddiyetini ifade etmek ister gibi renksiz bir ses tonuyla: “Ölüler Evi’ne!” dedi.