İnsandaki cismâniyetin arkasında, onun kayyûmu1 olan bir mânâ âlemi mevcuttur. Yalnız başına hiçbir kemâl taşımayan o cansız madde, o basit unsurlar, feyze mahal, kemâle müstaid,2 cemâle âşık, hayata hâhiş-ger3 bir mânevî mahiyet ile semâlara yükselir, âlemin esrar ve hakikatini araştırır. Madde ile et, kan, pıhtı ile kabul-ü telif olmayan o mahiyet o derece mânidar, hassas ve güzeldir ki, lisan onu tavsiften4 âciz kalır. O mahiyette sürur ve sevgi vardır. Onda sonsuzluk arzusu, ebediyetle kucaklaşma iştiyakı, uçsuz bucaksız emeller vardır. Onda can, hareket, iştiyak ve aşk vardır. Ve nihayet, onda îman ve irfana, mârifet ve muhabbete, havf ve recâya5 istidat6 vardır. O mahiyet ise ruhtur.