... Kendimi bazen neye benzetiyorum, biliyor musun?”
“Neye?”
“Bayır tosbağasına!”
Bu teşbihe kahkahalarla güldü Yasin, Ziya ise acı acı gülümsedi; yüreğindeki talanı dillendirmeye çalıştı:
“Tıpkı bir bayır tosbağası gibi biraz tırmanıyorum, düşüyorum. Biraz tırmanıyorum, tekrar düşüyorum. Hep aynı. Sonuç değişmiyor. Bakıyorum ki gene aynı yerdeyim.”
“Bu tosbağa, bu bayırı aşamaz! Öyle mi?”
“Öyle abiciğim! Aşamıyorum!”
“Eeee, sen kendine tosbağa dersen, önündeki engeli dağ, bayır yaparsan zor aşarsın tabii!”
“Yahu, ben onu şey olsun diye söyledim!”
“Ne olsun diye söyledin Ziya? Laf olsun diye mi?”
“Yani!”
“Bence hiç de öyle değil. Bir gerçeğin dışa yansıması bu.”
“Ne alaka şimdi?”
“Niye tosbağa? Aslan değil, kaplan değil, kurt değil, kartal değil! Niye tosbağa?”
Yasin’in bu heyecanlı çıkışı üzerine afalladı Ziya. Kem küm bir şeyler gevelediyse de bu sefer meramını dökemedi kelimelere. Yasin hararetle devam ediyordu:
“Sen kendini tosbağaya çevirirsen önündeki küçücük bir çakıl taşı bile engel olur sana, sen daha dağı bayırı aşmaktan bahsediyorsun! Bu bir zihniyet meselesi. Sen bu kafayla dediğin gibi tırmalar durursun. En küçük bir tehlike anında hiç risk almadan tosbağa gibi pusar kalırsın!”