Başlangıçta doğanın kusursuz bir parçası olan insanoğlunun tüm tarih boyunca iç dünyasında iyi ile kötü ikilemi arasındaki anlam arayışının merkezinde olduğu insanın insanlaşma hikâyesi, yazılmaya devam ediyor.
Edebiyat; hayatın içinde olup bitenin, yaşanılanın estetik bir kurgu diliyle yeniden anlatımıdır. Yazar, eserini kaleme aldığında, kendinde olanı, olmasını istediğini, kendi iyi ve kötülerini, hayal ettiklerini, kırıklıkları ve özlemlerini içine alan bir yolculuğa davet eder okurunu.
Elinizdeki kitabın genç yazarı, işte bu daveti yapıyor okuruna. Tez yazımı bahsinde “Düzeltmeleri de yaptıktan sonra üzerinde kalan son çimento tanesi de düştü,” derken, hayatın içinde herkesin üzerinde biriken, farkında olmadan taşıdığımız yükten kurtulmanın zorluğunu onunla birlikte hissediyoruz.
Ama “Selo, adeta maymuncuk anahtarı gibiydi, ihtiyaç dâhilinde her kapıyı açabilen,” diyorken de yük altındayken iyi arkadaşların yükümüzü paylaştığını görerek, insana olan ümidimizi korumaya devam ediyoruz.
İnsanın tarih sahnesine sosyal topluluk olarak çıktığı ilk zamanlardan bu yana, en temel gereksinimin güvenlik olduğunu söylersek yanlış olmaz. Hayatta kalmanın ilk şartıdır güvenlik. Huzuru da beraberinde getirir. Londra bahsinde “Huzur fışkırıyordu her yerden,” derken yazar, kendi ülkesinde eksikliğini duyduğu, olmasını istediği huzur ortamının özlemini dillendiriyor.
Kitabın başlığındaki sinek kuşu, hayatta kalmanın güçlüğünün adeta bir sembolü. Yazara göre, dünyada ufacık bir yeri olan sinek kuşları savaşçıdır. Geçirdikleri her bir gün onlar için zorluklar içerisinde kazanılmış bir zaferdir. Düşüp yok olmamak için, binlerce kez kanat çırpmak zorundadır sinek kuşu. Benzer şekilde, insan da devrilmemek için sürekli pedal çevirmek zorunda olan bir bisiklet sürücüsü gibidir.
Karakterleri ile özdeşleşebileceğiniz heyecanlı, samimi, sıcak bir yolculuk bekliyor kitabın okurlarını.
Mehmet BARUT