Varlık’ta Mart sayısından bu yana kent konulu üç dosya yayımladık. İlkinde kentsel dönüşümü, ikincisi ve üçüncüsünde kent, sanat ve sokağı ele aldık. Kent dizisinin sonuncusu olan bu dosyadaysa, kent ve farklılık arasındaki bağa odaklandık. Küreselleşen dünyanın kalbi kentler sınıfsal, kültürel, dinî, etnik ve cinsel farklılıklarıyla birbirinden apayrı insanların mekânıdır. Kent üretim ve yeniden üretim mekânı olarak insanlık tarihi boyunca farklılıkların ve başkalıkların bir arada yaşamasına hem kucak açmış hem de onları dışlamıştır. Bu nedenle dosyada kentin farklılık, başkalık ve marjinallikle bağını ele almaya çalıştık. Nilgün Tutal, Sipoza’dan hareketle başkasını, ötekini sevme kapasitemizin olup olmadığını, olabilecekse neyle beslenebileceğini yazdı, “Spinoza: Amour Intellectualis ve Amour Intellectualis Dei”de Tutal’ın Spinoza’nın Kısa İncelemeler başlıklı eserinden yaptığı okumaya dayanarak, yerkürenin küreselleşme olgusuyla birlikte ekonomik, kültürel ve politik motoruna yeniden dönüşen kentlerindeki kültürel, dinî, etnik, sınıfsal ve cinsel farklılıklara haiz insanların birlikte yaşamakta niye zorlandığı sorusuna cevap bulmaya çabaladı: Evrensel sevgi gücüne sahip miyiz? İnsani gücümüz yetkinleştirilebilir mi? Kentlerin geçmişten günümüze farklı nedenlerle ortaya çıkan göçün mekânı olduğunu biliyoruz. Şükrü Aslan “Ulus, Kent ve Hemşehrilik” başlıklı yazısında kente göçenlerin ancak cemaat bağlarını sürdürerek kentli ve yurttaş olabileceğinin altını çizdi. Hemşehriliğin ulusallık, yurttaşlık ve kentle bağlarını tartıştı. Hemşehri derneklerinin iç göçle kente gelenlerin milli homojenlik dayatmasına direnmelerini anlattı. Modern kent dışlanmanın yaygın bir deneyime dönüştüğü bir yer olmanın dışında en çok da sahipsizlerin yaşam alanı olagelmiştir. Pelin Aytemiz çok-kültürlü kentlerde yaşayanların farklılıklarının ölümle birlikte mezar kültürlerinde ifade ediliş tarzlarını yazdı. “On Tuğla Taştan Veda Mekânlarına: Türkiye’nin Yas Tutan Mezar Taşları” başlıklı yazı, mezarların kentlerde, özellikle de Türkiye’de ki kentlerde, yüzüstü bırakılıyor oluşunun insanlığın olduğu kadar kentinde de hafızası için yarattığı olumsuzluklara dikkati çekti. Kentin kimsesizler mezarlıklarını yazmayı Berfin Atlı üstlendi. Kente gelip de sokaklarda işsiz, sahipsiz, evsiz barksız ve isimsiz yaşayanların Kilyos Kimsesizler Mezarlığı’ndaki yaşam sonu hikâyelerini yazdı. İstanbul’da Kimliksizliğin mekân üzerindeki dönüştürücü etkisi nedir sorusuna cevabı, “Hüviyet-i Meçhul: İstanbul’da Bir Kimsesizler Mezarlığı” başlıklı yazısında yanıtlamaya çalıştı. Kent konusu bitmez tükenmez bir konu. Çünkü kente çağımızda tarihte olduğundan daha fazla kapitalizminin can damarlarının ve tüketim mabetlerinin yeri. Her şeyi kendine çekiyor, soğuruyor ve kusuyor. En kentlisi bile kusulan olmaktan payını alıyor, kentten uzakta yaşamayı düşlüyor. Kente hâlâ daha iyi yaşamak için umutla gelenlerse, dışlanmanın hemen her türlüsünün hedefi olmaktan kurtulamıyor. İyi okumalar dileriz. |