Olaylar o kadar hızlı gelişiyor, etrafımız o kadar hızla daralıyordu ki, Niye böyle olduk? demeye, kendimize soru sormaya bile fırsatımız olmuyordu. Yakalanmamak, yakalatmamak, eldekini korumak uğraşımızın tümünü kapsıyordu. Hemen herkes birbirleriyle ilişkisini bilerek koparmış, kendi imkanları içinde olabildiğince gizli, dar koşullarda yaşıyordu. Oysa işmdi, en sevdiklerinden bile kaçmak zorundasın. Tanıdık biriyle karşılaşmak bile insanı rahatsız ediyordu. Kendini devrim yapmaya çok yaklaşmış ya da devrim yapabilecek biricik bir hareketin insanları gören, çevresindeki her şeye müdahale etmeye alışmış, atıl kalmayı hiç düşünmemiş bir hareketin insanları olarak, şimdi hemen her şey karşısında yine ölesiye duyarlı ama güçten yoksun, eli kolu bağlı oturmak bizi müthiş etkiliyordu.
12 Eylül her şeyi öyle savurmuş, öyle dağıtmıştı ki, yaşanan şeylere, toplumun en politik insanları bizler bile şaşkınlıkla bakıyorduk. Yaşlı yaşlı insanlar, kadınlar, gençler, çocuklar, toplumun her katmanında, her yaş grubundan, her cinsiyetten insanlar, sabah akşam topluca koşuya çıkıyorlardı. Hem de çoğunlukla askeri marşlar söyleyerek. Toplum hızla askerileşiyordu...