Bir edebiyat dergisi niçin çıkar? Bu soruya, "içinde bulunduğumuz zaman"la "içimizde tuttuğumuz zamanı" karşılaştırmadan, vereceğimiz her cevap beraberinde bazı çelişkileri de taşıyacaktır. İnsan çelişki(ler)den yapılma bir canlı değil mi? Edebiyat bize, insanın tarih içindeki zihinsel serüvenini taşırken; bir yandan da kendimizde birikenleri ölçme ve insandan yana değerlendirme şansı verir. İnsan, yarına inandığı için tıpkı edebiyat gibi beklentilerle büyür. Edebi metin, sadece birtakım biçimsel değikliklere, aşınmış reflekslere talip olarak zamanın karşısına "kalıcı" bir iddia koyamaz; çünkü zaman, kendi hükmünü, insanı özne edindiği bir cümle içinde kurar. Ve insan var diye, bunca kırlar, bunca kâğıtlar, bunca ölü topraktan kabaran rüzgâr var. O hâlde günümüz şair ve yazarının mesele edeceği ilk şey, nice zamandır edebi metinlerin ve kendi doğasının dışına fırlatılmış "insan"ı aramak olmalıdır. Hangi insanı? Başkalarının acısına, kendi bilek saatine bakar gibi "bakabilen" insanı..Acının ortadan kalktığına inanıldığı yerde, şiiri ortaya çıkaran sebepler ne derece hakiki olabilir?
Zamanın şiddeti karşısında yılmamak için elbet yanılmayı da göze almalıyız. Türkçenin bugüne dek yığılarak ilerlemiş ve bize ulaşmış verimlerini hakkıyla özümsemeden neye "yeni" dediğimiz bizi yanıltabilir. Muazzam bir edebi birikimin içinden geliyoruz; bu birikimi oluşturanlar arasında 13.yüzyılda yaşamış şairler olduğu gibi 21.asırda yaşamış ve yaşayan şair/yazarlar da var. "Değişerek devam etmek ve devam ederek değişmek"mi diyordu Tanpınar. Hayvanları, bitkileri evcilleştiren; toprakta uyuyan madenleri eritip içine giren, fincan diplerinden ve rüyâlardan yeni dünyalar çıkartan insan, bugün, tarihte hiç olmadığı kadar, büyük bir tehdit altındadır. Yanı başımızda, işte Fuzûli’nin bütün insanlığın gözünden "Irak" düşmüş hâli. İşte Şikayetnâme’nin işlemediği kulaklarda yüzlerce yıl sonra patlayan top sesleri. Bir tarafta, son konuşanı kalmış bir dile ayrılan maddi- manevi bütçeler; diğer tarafta milyonlarca insanın konuştuğu bir dili ortadan kaldırmak için topraktan ve kafatasından yana "ya sev ya terk et" nidalara eşliğinde çoğalanlar. Hem dünyanın hem de edebiyatın, bizden sonrası tufan demeyen, insanlık tarihi önünde sorumluluk duyanlara ihtiyacı var. Edebiyat, insana ihtiyacı olan için değil mi?
Söz kirlendi ; konuşma dili elektronik ortamın çökertilmiş kişiliğine terk edildi ve insan başkalarının ağzında kendini aramakla baş başa artık. Bu yüzden bunca tekrar; bu yüzden bunca fotokopya. Gelecek tasavvuru olmayanlar anılarını yiyerek, nehirler boyunca kendileriyle söyleşerek bu körleşmiş zamanın kemikleşmesine vesile oluyorlar. "Ancak zaman aracılığıyla fethedilir zaman". Barbarları beklemiyoruz artık; barbarların gidişini, bizi biz yapan şeylerden sökülüp atılacakları zamanı bekliyoruz. Nasıl beklediysek geçmişten önce, nasıl bekleyeceksek gelecekten sonra; işte öyle Türkçenin içinde bekliyoruz: (S)özü edebiyata ve zamana değen insanlarla..Ne diyordu Adorno: "Şiirin özünde zamanın çekirdeği bulunur."