Feridun Ulusoy’un dördüncü romanı Alise’de Sonbahar bilgeliğin, vefanın, aşkın, vicdanın ve bilincin en sıcak hikâyesi. Farklı kültürlere ait insanların, hiç de rastlantı denilemeyecek biçimde kesişiveren yolları var içinde. Romanın kahramanlarından Dursun’un kendi kendisiyle olan iç hesaplaşması, Vâkıf’ın bilgeliği, vefa ve nankörlük kavramlarını simgeleyen Hatice’nin serüveni, genç müzisyen Ruşen’in sanat aşkı, yazarın biçem özelliği olan ironiye başvurularak akıcı bir dille anlatılıyor. Anlatının kendisi üzerine çatıldığı ve yazma dürtüsüyle hareket eden Vâkıf, Tanrı’nın yine kendisine sunduğu yazgıyı yaşarken, yaşamı boyunca isteyip de gerçekleştiremediği özlemlerini, romanının kahramanlarına yaşatır. Bir anlamda, insan doğasındaki iyilik ve kötülüğün kaçınılmaz birlikteliğindeki mistik örgüde olduğu gibi, kendi yaşamını yeniden kurgular. Bu yüzden, isteklerini gerçekleştirememiş bir yazarın, yapıtında dünyadan beklentilerini yansıttığı bir roman içinde roman, Alise’de Sonbahar.