Yirminci yüzyılın son çeyreğinden günümüze "Yargı", tarih boyunca eşine rastlanamayacak bir şekilde siyaset sahnesinde rol almaya başlamıştır. Geç keşfedilmiş güvenilir liman olarak görülen anayasa yargısı ise bu anlamda ön plana çıkmaktadır. Literatürde bu olguya dikkat çeken yayınlar arttığı gibi içinde bulunduğumuz zaman dilimini "anayasa yargısının altın çağı" olarak adlandıranlar da çıkmıştır. Birleşmiş Milletlere kayıtlı devletlerin yüzde seksenini aşkınının anayasal sistemlerinde anayasa yargısına yer vermeleri, ilk bakışta abartılı gelebilecek bu ifadeleri doğrular niteliktedir. Anayasa Yargısına teveccühün bu denli artması, hesap verebilir bir organ olmayan anayasa yargısı mercilerine yönelik endişeleri de beraberinde getirmiştir. Çağımızın meşruiyet membaı olarak tesmiye edebileceğimiz demokrasiden beslenmeyen bu kuvvet, aslında demokratik meşruiyet kavramına meydan okuyabilme nüvelerini de barındırmaktadır. Anayasacılık ile demokrasi arasındaki kadim karşıtlığın "anayasal demokrasi" kavramıyla teorik düzlemde aşılması ve anayasa yargısı vasıtasıyla da pratikte uygulanması, meşruluk krizi olmadığı gibi görünse de anayasa yargısına itirazlar da yükselmektedir. Tarihten günümüze meşruiyetin seyri, anayasa yargısının ortaya çıkışı ve demokrasiyle ilişkisi nihayetinde de anayasal demokrasinin sağlıklı işlemesine katkı sunan anayasa yargısının sınırlarını muhkem kılmaya yönelik önerilerimizi içeren bu çalışma doktora tezimin gözden geçirilmiş halidir.