Bir yalnız kendi yaşamlarımızı mı yaşıyoruz, yoksa aynı zamanda başkalarının yaşamlarını da mı? Yaşadıklarımızın ne kadarı gerçek, ne kadarı göründüğü gibi? Müge İplikçi'nin öykülerinde gerçekle gerçekdışı içiçe. Gerçeğin nerede bittiğini, gerçekdışının ne zaman başladığını, yaşanmışlıkla yaşanmamışlık arasındaki farkı bulup çıkarmak ise, ancak dikkatli okurun harcı. Öykülerin temelinde, önceki kitaplarında olduğu gibi, yine kadın var. Müge İplikçi sıradan kadın yaşamlarından ara kesitler veriyor. Arkası Yarın'daki öyküler, yaşamı ve gerçeği irdelerken, gerçeğin, bize sunulan kalıplara uymadığını savunuyor. Yaşanılan an'lar, yaşantılar birbirine eklemlenirken, kesişir ya da birbirinin yerini alırken, kimileri sıkıca saklanıyor, kimi ise geçip gidiveriyor. Oysa hepimiz kendi yaşamımızın çok özel olduğunu düşünsek de aynı kum havuzunda aynı kumdan şatoları dikiyoruz. Benzer düşleri, benzer karabasanları görüp, benzer umutları, yargıları besliyoruz; birbirimize ve yaşama karşı; birbirimizden habersiz. Arkası Yarın, böylesi bir habersizliğin zamanı ve öyküsüdür.