Ballar balını bulana, dünyalık gerekmez. Canlar canını bulana, can gerekmez. Gerçek sultanı bulana, sultanlık ve saray gerekmez. Akıl bağından kurtulup aşkın atına binenler, semâ sofralarından nimetlenir ve aşk-ı Sübhân ile ölümsüzleşirler.
Güneş nereye yansırsa, yansıdığının renginde akseder. Gülde de, bülbülde de sevilen, hakikatte bir ve aynıdır; yani Vedûd’dur. Bu manada; Mecnun’dan seven, Leyla’dan sevilen, hakikatte aynı Mevlâ’dır.
Aşkın yaratıcısı olan sonsuz kudret, hikmet-i Hüdâ ile kendisine seçtiği insana, aşk-ı Sübhân’ı kerem sıfatıyla bahşeder ve o insanı ilâhî aşk ile irşad ederek kendine dost kılar.
Aşk-ı Sübhân, âlemler Rabbinin kuluna olan bu teveccühüne karşı, kula düşen vazifeyi ele alıyor. Tasavvufî bir üslupla, talibin vehim çemberini kırıp akıl bağından kurtularak gönlünü aşk-ı Sübhân ile müzeyyen kılmasının ve Hakk’a dost olmasının yolunu anlatıyor.