Elinizdeki bu roman bir aşk hikâyesi değildir. Yer yer felsefi öğeler taşısa da, kuru bir felsefe romanı hiç değildir. Peki nedir? Toplum olarak yaşadığımız acıklı bir halin hikâyesidir. Benim, senin; kısacası hepimizin, gözlerimizi açtığımız günden beri şahidi olduğumuz, bitmez tükenmez, akıl sır ermez kavgalarımızın açtığı toplusal travma karşısında eninde sonunda uyanan ve uyanmak zorunda kalan vicdanın baş kaldırışının hikayesidir.
Evet, ortada yanan ve önüne geleni yakan Nemrutvari bir ateş var... Bizleri ise iki tavır bekliyor: Ya uysal develer gibi bu ateşe odun taşımaya devam edeceğiz, ya da karınca misali söndürmek için su… Tercihimizin ne denli hayati bir önem taşıdığını hatırlatmaya gerek dahi yok sanırım.
Zira tercihlerimizden ilki, bizi oluk oluk kan akan çıkmaz bir sokağın mahkûmu edecekken, diğeri ise “barış”a karşı açılan bir güvercin kılacak.
Bir kanadı “merhamet” bir kanadı ise “sevgi” olan bu güvercine isterseniz vicdan da diyebilirsiniz