1948’in soğuğunda ikinci çocuğunu dünyaya getirecektir Zehra. Komşudaki Hatçe Aba denilen bu işlerden tecrübe sahibi Hatçe Ebe doğumu gerçekleştirir. Çocuk kundaklanır. Tahta beşiğe yatırılır. Üstü beşik namazlığı ile örtülür. Ahmet’e, “Kızın oldu hayırlı olsun abam.” der. Terzinin canı sıkılır, yüzü ekşir, “Yine mi kız!” der kadına.
Zehra buğday nişastasından pelte pişirir, yer; sonra çocuğu emzirir. Hatçe Aba iki gün sonrasında tekrar ziyarete gelir. Zehra’nın söylediğine göre Ahmet hâlâ bebeği görmeye çıkmamıştır. Hatçe Aba önce üzülür, “Ah şu erkekler!” der. Giderken tekrar Ahmet’e, “Abam Allah ne verdiyse o. Geç de çocuğuna bari bir ad koy.” diye sitem eder. Ahmet içeriye gider. Namazlığı kaldırıp “Keşke oğlan olsaydın. Kara kaşlı, kara gözlü. Bana benziyor. Benim bir öğretmenim vardı. Onu çok seviyordum. Biz kim, öğretmenlik kim! Belki büyüyünce öğretmen olur.” der ve bebeğin adını Melahat koyar.