“Yine de hiçbir zaman tatmin olamıyordum. Şüphelerim vardı. Tam da o vakitlerde Avustralya’dan bir hanımefendi Rumi’den şiirler okuyarak benim Sufizm ile tanışmama vesile oldu. Çok etkilenmiştim, ama içerisine girememiştim. Başıma gelen bir olayı hatırlıyorum.
O vakit anlamamış olsam bile hayatımda bir dönüm noktasıydı. Los Angeles’ta milyonerlerin yaşadığı Malibu’daydım. Stüdyo şefim Jerry Moss’un evindeydim ve o gün okyanus sularına dalmak istedim. Yüzmek için iyi bir zaman olmadığını bilmiyordum elbette. O gün benden başka hiç kimsenin olmadığını fark etmemiştim bile, yine de benim tarzım böyleydi. Suların derinine daldım. Bir süre yüzdükten sonra sahile doğru kulaç atmaya başladım.
İşte o anda anladım ki doğru bir vakitte yüzmüyorum. Akıntının beni sürüklediğini ve kıyıdan uzaklaştırdığını hissettim. Bedenim oldukça güçsüz düşmüştü. Stüdyo şefim her şeyin yolunda olduğunu düşünüyormuş gibi orada öylece dikilmiş, denize bakıyordu, sesimi ona ulaştıramadım. Yardım alabileceğim hiçbir şeyin olmadığını anlayınca, ikinci bir çabayla kendimi suyun dışarısına atarak bağırdım: “Tanrım, beni kurtarırsan hayatımı sana adayacağım”.
O anda arkadan gelen güçlü bir dalga beni öne doğru iteledi. Bütün gücüm geri gelmişti ve yüzüyordum, birkaç dakika içerisinde sahile ulaştım, güvende ve hayattaydım. Hakikat anıydı o an. Tanrı’nın var olduğunu biliyordum artık, O’nunla ilişkimi yeniden ele aldım.
Fakat insan başına gelen felaketlerden kurtulduktan ve rahatı yerine geldikten sonra verdiği sözleri unutur. Ben de tekrar kendi olağan işime döndüm. Fakat verilen sözü Tanrı asla unutmaz.”