Hayat bazen incecik bir çizgi olur. Sırat köprüsünün o muazzam tasviri gibi… Korkutarak ya da koşturarak ulaştırır vadedilen cennete, ne harikulade! Peki, yalnızlık! Gerçekten yalnız olabilir mi insan? Yalnızlık nedir?
Ruhun yaraları vardır; katlanılması zor, geçmeyen sadece gizlenebilen yaralar. İnce ince kanarken oluk oluk akan ırmaklara döndüğü vakit, gözler birilerini arar. Kanayan bu yaraları görecek bir çift göz, şefkatle saracak bir çift el... Ölüm varken bu hayatta neyin garantisi olabilir ki? Gerçek dediğin varlıklara sımsıkı sarılmışken bir öykünün hazin sonunu ya da şövaledeki tuvalde saklanmış bedenleri kim bilebilir? Boyaları kuruyup yapayalnız kalmış bir fırça, partisyona son notaları eklenirken ölen bestecisi yüzünden bitmemiş bir ezgi, babası aniden göçüp gitmiş bir evlat ya da sevgilisinin yokluğunu iliklerine kadar hisseden bir âşık… Peki, yalnızlık! Gerçekten yalnız mıyız?
Alper Sadıç, Rasim ve Herdemet’in hikâyesinde sanatın soyut varlığını somut bir gerçekliğe yoğurmuş. Yalnızlık histerisinin şiddetli sancılarıyla boğuşan bir gencin kelimelerin arasından açılan bir kapıya “Bulut Kapısı’na” yaptığı yolculuğu, okurlarına sayfalardaki geçişlerde bile izletiyor, yaşatıyor. Huzura mı yalnızlığa mı “Bulut Kapısı” nereye açılıyor?
-Samet Türkyurdu / Yazar