İki genç, az önceki yerlerindeydi ayrılmak istemezcesine
–Karanlık Dağlar denince hep karanlık sanırdım. Ay’ı bir an için gökyüzünden koparıp dağları ışıl ışıl yakmak, buraları gündüzler gibi yapmak isterdim. Sonra deli gibi koşup, taşan yüreğimin sevdalarını haykırmak… Oysa yakınlarına gelince görmüştüm ki karanlık değil, bildiğimiz dağmış işte. Fakat şimdi, yüreğimde karanlık bir dağ var. Uzun zaman bizim olan bu yurdu terk edip gitmeyi sineye çekemeyen, yakıştıramayan, atacağım adımlara
direnen kocaman karanlık bir dağ.
Diğer genç uzun uzun daldı uzaklara:
-Çocukken Hindikuş Dağları’nı sanırdım ki, bir kuştur, uçar uçar sonra yine gelir yerine konar. Aklım almazdı, koca bir dağ nasıl kuş olur. O vakitler çocuktuk. Dünyanın pek çok gizemi yüzlerce soru yüklerdi hayallerimize. Şimdi ise anlamak zor değil, işte geldik ve gidiyoruz. Atalarımızın yadigar yurdu öylece bir başına bırakıp,kuru bir yaprak kadar aciz, direnemeden hem de…
-O dağlar hep aynı yerinde durmuş, bize sonsuza dek sadıkmış. Bir zamanlar yüreğimizde çağlayarak akan bu
diyarları terk edecek, uçup gidecek olan bizmişiz meğer.