Stephan Brooks bir sabah uyandığında kapısının kırılmış ve evinin alabildiğine dağıtılmış olduğunu görür. Kulaklarında çınlayan bir fahişenin çığlığı hariç, dün ne olduğuna dair hiçbir şey hatırlamamaktadır. Ama Stephan’ın aklında dün ne olduğu sorusundan çok daha mühim bir soru vardır: “Acaba burada çay kaşığı var mı?” O andan itibaren talihsizlik peşini bırakmaz. Saatler içerisinde başına gelmeyen bela kalmaz. Yaşadıkları ayrıca kim olduğunu sorgulamasına da sebep olur. Ama bulduğu cevap daha da büyük bir sorundur.
Stephan ilk başlarda çay kaşığının anlamsız bir takıntı olduğunu düşünür. Ama sorunlar arttıkça kafasının içindeki çay kaşıklarının da gitgide arttığını fark eder. Bu yüzden başına gelen her şeyin çay kaşıklarıyla da bir ilgisi olduğunu düşünmeye başlar. Çay kaşıklarının kaynağı sorunun da kaynağıdır.
Stephan’ın her şeyi halledebilmesi için önünde sadece dört günü vardır. Bu dört gün içerisinde sorunlarını çözemezse geriye sadece iki seçeneği kalacaktır: Ölmek ya da yaşamamak… Eğer her şeyi halledemeden ölürse, ölüm onun için bir son değil, sadece başlangıç olacaktır.
Çay kaşığı ne kadar masum ve zararsız bir nesne değil mi? Ama siz onu bir de Stephan’a sorun.
Peki, sizin hiç Çay Kaşığı’nız var mı?