Kuşu serçe, ağacı söğüttür bizim bozkırın...
Tam kırk yıldır, sarı, çorak, garip, mahzun, yoksul, sefil bir "bozkır"ı biriktirdim içimde... Bozkırın cılız, kavruk, perişan ama bir o kadar pervasız, yiğit insanlarını; her baharda coşup çağlayan, yazın kuruyup biten derelerini; gündönümü ile açan ve birkaç gün içinde solup giden çiğdemlerini, nergislerini...
Kimi zaman çaresiz, kayıp bir çocuk yürüdü yüreğime basarak; kimi zaman garip bir çoban, türbeleri bekleyen bir deli, gönlünü sebil eden derviş ruhlu bir ihtiyar, yokluğu ciğerine çekip zurnasına üfleyen bir ulu abdal, kınalı saçlarıyla ocaklardan ocaklara ateş taşıyan kadın...