“Bir çift ölü göz gözlerinin içine dikilmiş, öbür dünyadan buna bakıyordu sanki. Ve ne kadar kibar konuşuyordu ölü. Kılığına bak, ya otopark değnekçisi ya durak kâhyasıdır derdin; yüzüne bak, melek midir nedir; gözüne bak, ölmüş de haberi yok yazık; hiçbir yerine bakmadan sırf dinle, haber spikeri. Ve de ne kadar âşinâ geliyordu Allah’ım. Ve maalesef nasıl da ürpertiyordu.”
Deccal olmak, melek olmak… Ölü olmak, diri olmak… Hasta olmak, sağlıklı olmak… Erkek olmak, kadın olmak, eşcinsel olmak, başka cins olmak… (Bir de “cins” olmak var tabii, o ayrı!) O kadar ayrılar, o kadar başkalar mı gerçekten? Bir bakın, bir düşünün
bakalım.
Sezgin Kaymaz, hem tiryakilerine alıştıkları lezzeti hep yeniden sunan, hem de hep yeni sulara açılan bir yazar. Tekinsizliğin, şiddetin, “kötülüğün”, olağanüstünün ve gündeliğin içinden hep sevinç kuşlarını havalandıran bir yazar, aynı zamanda… Deccal’in Hatırı’nda sevinç kuşları, koma halinin, manyak doktorların, mafyacıların, polisçilik oynayan polislerin, lubunyaların,
haris rantiyelerin ve tabii her zaman olduğu gibi, garibanların arasından havalanıyor.