Dekalog’un temel kurgusunun üzerine oturduğu tez ve aynı zamanda kitaba ismini veren fikir, modernizmin ve ulus-devletlerin metafizikten arındırılmış, tamamen rasyonel bir aklı temsil ettiği klişesi ve ezberini yapı sökümüne uğratarak, aslında bu dönemin belki de tarihte hiç olmadığı kadar ritüellerle var olan ve metazifik dayatan bir iktidar biçimi olduğudur.
Dekalog’da bu bağlamda Kemalizmin ilahiyat kurgusu; mitoloji, mimari, edebiyat ve daha birçok alan üzerinden mercek altına alınarak, yalnız statik bir yapı olarak değil, dönemsel kırılmaları ve değişimleriyle birlikte, inceleniyor.Kemalist ilahiyatın ilmihali olarak kurgulanan Dekalog, incelediği yapının amorfluğuna uygun bir seyir takip etmekte; seyrin uğraklarına uygun olarak da kimi zaman Weber, Durkheim gibi kült düşünürlere, kimi zaman Frankfurt Okulunun heretik fikirlerine, kimi zaman da Post-Yapısalcı düşünürlerin teorik açılımlarına başvurmakta...
Dekalog’da, Kemalizmin tükenmiş siyasetinden değil ama ondan “epistomolojik kopuş”un imkânları aranırken, bilim ve bilimsel Marksizmin ‘bilimselliği’ sorgulana-rak, Kemalizmin tarihsel birikimi ile Marksizmin bu ekolü arasındaki, yapısal, kültü-rel, siyasal, ideolojik ve gündelik bağlara neşter atılmaya çalışılıyor.
Dekalog’da ayrıca, Türkiye’de Sol’un bir ilahiyatı olmadığı, ‘ateist’ olduğu varsayımı tartışmaya açılarak, aslında solun aydınlanma ve Kemalizm’den mülhem bir metafiziğe sahip olduğu iddiası ile Türkiye soluyla bir tür hesaplaşmaya girişiliyor.