Diyarbakır, Bulgarların milli hafızasında çok önemli bir yer işgal eder. Bu şehir 19. yüzyılın ikinci yarısındaki sürgünler nedeniyle Bulgarların kolektif hafızasında son derece olumsuz, hatta ürpertici çağrışımlara sahiptir. Bir yandan tarifsiz acıların yaşandığı bir yer olarak, bir yandan da milli benliğin ve kimliğin kazanılmasında mühim bir aşama ve çile yolu olarak görülür. Bunun nedeni, 1862-1878 yılları arasında, Bulgaristan’da vuku bulan milli amaçlı çetecilik faaliyetleri ve isyan hadiseleri neticesinde çeşitli yaş, meslek ve sosyal zümrelerden 140 Bulgarın beş kafile halinde Dicle kıyısındaki kadim şehrin kalesine sürgün edilmesidir. Bazı sürgünler, özellikle kış aylarına ve Anadolu’nun çetin iklim şartlarına denk gelen yolculuğu kaldıramazlar; bir kısmı da Diyarbakır’ın havasına ve suyuna alışamaz. Onlarca mahkûm her türlü hayati tehlikeyi göze alarak Halep ve İskenderun veya Erzurum ve Kafkasya üzerinden Romanya’ya firar ederler. Çarptırıldığı ceza süresini doldurmadan af edilenlerin bulunduğu da görülür; geri kalanlar da Ayastefanos Antlaşması (1878) hükümleri gereğince serbest bırakılırlar. Papazdan muallim ve esnafa, tüccardan ressam ve hancıya kadar son derece geniş bir sosyal ve mesleki yelpazede yer alan bu siyasi sürgünlerin bir kısmı gerek Anadolu’daki yolculukları, gerekse de Diyarbakır’da geçirilen yıllar hakkında hatıralarını kaleme almışlar veya ailelerine yolladıkları mektuplarda kent yaşamına dair bilgiler aktarmışlardır. Böylelikle, Diyarbakır ve yöresinin coğrafi konumu, geçmişi, havası, suyu, iklimi, sosyal ve dini yapısı, ibadethaneleri, gündelik hayatı, geçim kaynakları, etnik unsurları ve bunların aralarındaki münasebetler, çarşılar, gelenek ve görenekler, yaşam tarzı, mutfağı hakkında çarpıcı gözlem ve izlenimler aktarılır. Bu tespitlerin Balkanlar gibi tabiat ve iklim bakımından farklı bir coğrafyaya ait insanlar tarafından yapılmış olması, gözlem ve algıları daha da ilginç kılar.