Gregor Samsa bir böcek miydi? Bir sabah uyandığımızda devasa bir böcek olarak kendimizi görmemizin gerçek nedeni neydi? Ya da küçücük, zavallı bir mahlûkat gibi evle iş arasında mekik dokuyan, yozlaşmış ilişkileriyle kendine esir olmuş modern insanın en gerçekçi tasviri miydi bu? İç dünyamızda yaşam karşısında itiraf edemediğimiz böcekçil tepkilerle neden yüz yıldır Kafka’nın bu trajik figürüne kayıtsız kalamıyoruz?
Bu tekdüze dünyada yavaş yavaş insan olma vasfını kaybeden, başka bir canlı türüne dönüşen bir varoluşun, kendi içine hapsolan, kabuğu içinde yalıtılmış bir şekilde böceklerden beter bir yaşam süren modern bireyin hakikatini mi duyuyoruz bu kitapta. Evet, sakin ve temaya uygun bir şekilde anlatılan bu hikâye çığlık çığlığa bir kehanet, bir uyarı ve bir tokattır aslında. Böcekleşen zihinler, algı dünyaları, yaşamlar… O bizim uydurduğumuz bir masal ya da hikâye değil, bizzat yaşadığımız hayatın ta kendisidir: Bir böceğe dönüşen Gregor Samsa değil de modern dünyada tüm bu içine doğulan koşulları kabul eden bizim, bu dönüşümü yadırgamayan ve kanıksayan zihin ve duygu dünyamızın biricik öyküsüdür.