Okur-kişi, sen kim olursan ol, şu anda burada seninle yüz yüze olmak, gözlerimi gözlerine dikmek, ellerini sıkmak ve sana alçak sesle: “Yaşadığına inanıyor musun? Gerçekten, derinlemesine, yoğun yaşadığına? Bu hayatın sana, gençliğin ateşli gecelerinde belki hayalini kurduğun kadar güzel ve büyük görünüyor mu?’’ demek isterdim.
Ve daha da alçak sesle, yavaşça, sana sormak isterdim: Gençliğin var mıydı? Derinliklerinde, kanında bir şeylerin mayalandığını, kaynadığını, kıpırdandığını, heyecanlandığını; dışarı çıkmak, taşmak, dünyayı bir alev gölü misali sular altında bırakmak istediğini içinde hissettin mi? Birkaç saatlik heyecandan, zalim bir günbatımından, bir şairin dizelerinden sonra sen hissettin mi; şahsen sen kendinin ilk kişi, hayatın kaşifi, dünyanın kaşifi olduğunu hiç hissettin mi? Ve bu yaşam sana zavallı, bu dünya sana küçük görünmedi mi? Yaşam aşkına ölümü arzulamadın mı? Uzak gökyüzünün önünde Büyük İskender’in hırsını tatmadın mı?
Öyleyse bana aşık olunmasını sağlayabilecek ne var benim içimde?