Tanzimat dönemi romanının estetik dilden yoksun, roman tekniği ve içeriği bakımından zayıf Batı edebiyatı ve özellikle Fransız romancılığına öykünmenin zorlama ve sunilik kokan acemiliği ile malul çizgisi, yer yer devam etmekle birlikte, Servet-ı Fünun'la daha "romanca" bir kimlik kazanır ve gelecek için istidat vaad eden bir ruhu yansıtır.
Eylül romanı için "ilk eserim son üstadıma" diye ithafta bulunduğu Halit Ziya, Servet-ı Fünun döneminin romanda tayin edici birinci ismi ise, Mehmet Rauf ikinci ismidir. "kurallarını bilmekle roman yazılmaz, o bir sanattır" diyen yazar, romanı hayat ve tabiatın, insan ve toplumun bütün oluşlarının yansıdığı bir ayna olarak görür ve "bir sanat eserinin amacı kendi içinde değil, onun ötesinde daha iyi bir insanlık ve daha mutlu bir gelecek inşa etmek olmalıdır" diye düşünür.
Diğer Servet-ı Fünuncuların aksine o, dil estetiği ve ifade ahengini ağdalı bir dilde değil, hayatın gerçekliğine tekabül edecek nispeten yalın bir dilde bulur. Dili, abartılı bir özenti taşısa da dönemi içinde rahat ve duru bir dille yazılan Eylül, uzun ruh tahlillerinin ve kişilik çözümlemelerinin yer aldığı Türkçede yazılmış ilk "psikolojik roman" olarak belirleyici bir yer işgal etmektedir.