"Günlerdir kaçaktım! Karanlığa kalmadan dönmeliyim, diyordum içimden. Ama buralardan kopamıyordum bir türlü. Beni tutan, buraya çeken bir şeyler vardı. Çıkıp o balkonu görmek, beyaz perdenin gerili olduğu açık alanı seyretmek, çocukluğumun yitik yurduyla buluşmak istiyordum. Kulağımda dikiş makinesinin tıkırtıları vardı. Çayın yanına katık ettim simide ise annemin çöreklerinin kokusu sinmiş sanki. Geceyi bu otelde geçirmeye karar verdim."
Gönlümün Yitik Yurdunda; yazma serüveninin büyüsüne kapılmış bir yazarın geçmişe yaptığı, duygu ve özlem yüklü bir yolculuk. Buğulu bir dünyaya, pastel renklerdeki bir imgeler evrenine açılan bir pencere. Feridun Andaç, hayatın, yaşanmışlıkların, tanıklıkların izdüşümlerini hayal gücünün zengin hamuruyla yoğurup koyuyor önümüze. Çocukluğundan bugüne belleğinde yer eden, iz bırakan, kimliğini oluşturan her şey unutulmuşluğun düğümlü bohçasından çıkıp yerini buluyor öykülerinde. En çok da hüzünle dokuyor anlattıklarını, geçmişe ve geleceğe hayatın kanayan noktalarından bakarken.
Belki de gönlünün yitik yurdunun -taşranın ve taşra hayatının, ilk gençliğinin, yazısının yurdunun- özlemidir; bir daha hiç buluşamayacağı sevgilere duyduğu ince sızıdır gönlünde, ona bu öyküleri yazdıran. Andaç'ın duygu evrenin kapılarını açmasıdır, peşini bırakmayan geçmiş anlar'dır; yitik zamanın peşinde bir yolculuktur ya da yalnızca bir avuntu.