Sonunda bitmeyen, başladığında zaten süregelen; herkesin kendine göre anlayıp “Ben de!” diyebileceği ve ilginç olsa da akışının aslında kahramanın düşüncelerinde oradan oraya sürüklenmek için bahane olduğu; hayal kırıklığının, çaresizliğin, yine de umudun (dışarıdan bakıldığındaysa saplantının), bekleyişin, arayışın ve nihayetinde pişmanlığın anlatıldığı; zamanı yaklaşık ama bir o kadar da belirsiz bir hikâye bu.
Bazen kitaptan gelen şarkıları dinlerken yerimizden kalkıp yüzümüze, aynalarda yüzümüze çizilen dünümüze baktığımız, gitgide griye bulanan satırların arasında renklerin yer yer incecik bir tebessüm kadar bizi büyüleyerek belirdiği, Remzi’nin hüznünde gerçeğin durmadan sanrılarla ve istisnasız her defasında Selim’le karıştığı, başrolün sona yaklaştıkça el değiştirdiği, belki de aynı bizler gibi içinde geçen her ismin ne tamamen masum ne de tamamen suçlu olduğu bir hikâye...