Kutsal zaman ve mekân inancı, bütün dinlerde ortak bir payda olarak var olmuştur. İslam’da ise bu inanç, hac ibadetiyle ortaya çıkmıştır. Çünkü hac sözlükte; kasıt, yöneliş ve yürüyüş anlamına gelmektedir. Bu duygu, insanın sembolik olarak kutsal mekânlar üzerinden Allah’ın rızasına ulaşma ve O’na yaklaşma arzusunu canlı tutmaktadır. Bu itibarla Kâbe’yi tavaf etmek, Makam-ı İbrahim, Safa, Merve, Arafat, Müzderife ve Mina gibi “Şeâirullah” olarak nitelendirilen yerleri ziyaret etmek haccın dini hükümleri arasında yer almıştır.
Haccın farz oluşu Kur’ân ve sünnetle sabittir. Gerekli şartları taşıyan her mümin, bu farzı yerine getirmenin gayreti içinde olmalıdır. Esasen her insan, İslâm güneşinin doğup aydınlattığı yerleri merak eder. Hz. Peygamber (s.a.s) ile ashabının hayatını ve yaşadıkları coğrafyayı görmek ister. Bu nedenle hac ve umre ziyaretleri bir bakıma İslâm tarihinin derinliğine yapılan bir yolculuktur. O dönemin sağlam inanç kökleriyle olan bağlantısını yenilemektir. Buradan alınacak ibret ve heyecan ile sosyal hayatımıza, yeni bir moral ve güç katmaktır.