“Kötü adam”, “kötü davranış” ya da “kötü niyet” gibi belirlemeler, günlük hayatın içinde sıkça kullanılan deyişlerdir. Kötülük olgusu dallanıp budaklandıkça, “kötü”yü işaret eden betimlemeler de çeşitlenir. Fakat “kötü” derken, bundan ne anlaşılır? Kötülükte “kötü” olan nedir? Kötülük eden ile kötülüğün kurbanı arasındaki sınır, nerede kuşku duymadan çekilebilir? Birçok kişi gibi Arendt de, İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi toplama ve imha kamplarında yaşananları kötülüğün en radikal biçimi olarak değerlendirir; Auschwitz’i, bu anlamda, bir kırılma noktası olarak görür. Arendt’in 20. yüzyılda kötülüğün yeni yüzüne tanıklık ettiğimiz iddiasının ardında, insanları insanlar olarak gereksiz kılmaya dayanan çok çarpıcı bir fenomen yer alır. İmkânsızı imkânsız olmaktan çıkaran, insanları her şeyin mümkün olduğuna inandıran totalitarizmin, cinayeti bir sivrisineği ezmek kadar anlamsızlaştırmasıdır burada söz konusu olan. Daha önceki deneyimlerle karşılaştırıldığında yaşananların açıklamasız kalması, totaliter olmayan dünyaya “Gerçekten oldu mu?” sorusunu sorduracak bir akıldışılığa işaret eder. Dolayısıyla kötülüğün anlamını yeniden düşünmek, Arendt için olduğu kadar bizim için de gerekli hale gelir. Arendt, “bildiğimiz tüm standartları çökerten ve yıkıcı gerçekliği ile bizi karşı karşıya bırakan” bu yeni fenomenden söz ederken, radikal kötülük kavramını kullanır. Olup biteni, dolayısıyla kötülüğün anlamını yeniden sorgulamaya yönelik çabamız, kötülüğün en uç ve en radikal biçimine karşı verilecek mücadelede atılmış küçük bir adım olarak değerlendirilmelidir. Bu, aynı zamanda, başka insana karşı duyulan sorumluluğa dahil edilebilecek bir çabadır. Çünkü insan olarak, insan olduğumuz için, insan olmaktan ötürü sorumluyuz başka insanın acısından. Suç kolektif değilse de acıyı paylaşmanın, acıyı bölüşmenin sorumluluğu hepimize aittir. Berrak Coşkun’un bu önemli çalışmada belirttiği gibi, “evlerimizden, odalarımızdan, rutinin korunaklı kıldığı dünyalarımızdan dışarı çıkıp baktığımızda, makinede küçük bir dişli olduğumuzu düşünmek yerine, ahlaki anlamda gerekeni yapma bilinci, duruşumuzu belirlemelidir. Kötülüğün egemenliğine direnmek yönünde kararlı davrananlarımız, ‘insanın değerinin bilgisi’nden hareketle bir tavır alma sorumluluğunun tek tek her birimize ait olduğunu da unutmayacaktır”. Gerçekten de her şey, tek bir insanın elinde ve o tek insan isterse yapabilir. İstersem yapabilirim. İstersek yapabiliriz!