Söz'ün ve suskunun annesi Meryem, sancının çarpıntısıyla kuru kütüğe tutunduğunda kütük yemyeşil olmuştu. İsa'nın sancısıydı bu. Filozofun, Hiç Kimsenin Ülkesi dediği düşünce yurdunda, her birimizde var olan hakikat çocuğunun sancısını çekmenin çarpıntısıyla kaleme tutunmak anlamına geliyor benim için yazma etkinliği. Doğacak olan İsa mıdır, bilmem... İlk gençlik yıllarımdan beri yazmakta olan muaşakamın beni bu küçük kitapçığın kıyısına getirip bırakacağını hiç tahmin etmezdim. Benimkisi, zaman can elmasını kül etmekteyken bir yerlere çentik atma, iz bırakma, beni de yaşadım, 'Hatırla Beni Hayat' deme çabasından başkaca bir şey değil. Çat ayazda donmamak için olduğu yerde debelenen bir biçarenin karda bıraktığı izlerden başkası değil. Kendimi bildim bileli, "manda gibi bir bacak"tan ziyade "Sokrat gibi bir kafa"nın sahibi olmaya gayret ettim. Kendi kuşağımın ve benden sonra gelenlerin içinde hiçbir angajmana girmeden, çağın tiksinç derebeylerine yaltaklanmadan, kendinden yine kendine seyahat eden bir garip yolcunun kırık ama onurlu duruşunu korumak istedim.