Durmaksızın yürüyordum. Günler, aylar, yıllar geçiyordu eşliğinde anıların. Gülen, ağlayan, düşünen yüzüm karşısında aynanın. Kâh yalnız kâh içinde insanların. Yol uzun ve dar. Hafifçe yüzümü okşayan bir rüzgar. Ömrümden dökülen yapraklar yavaşça süzülürken durdum. Belki de hazanıydı bu, ömrün. İki harf, yalnızca iki harfti. Kalbimin alfabesi iki harften ibaretti. Geri kalanlar hep onlardan türemişti. Elim kalbimde izledim öylece. Bir yaprak, bir yaprak daha …
Birbirimizden habersiz bir yerlerde kaç sonbahar yaşıyoruz kim bilir? Kaç hazin son beraberinde getiriyor hazanı ömrümüze? Durmadan yürüdüğümüz ömür yolunda kaç hazan yaşadık dünyadan bağımsız? Kaç rüzgar savurdu hayallerimizi bizden öteye? Kim bilebilir ki yazın içindeki kışımızı, baharın içindeki güzümüzü. Kalbimizin derinlerinde kalan sözümüzü, acıyla göğe çevirdiğimiz yüzümüzü kim görebilir? Bilmiyorum. Hazan hiç bitmeyecek gibi, rüzgarlar hiç dinmeyecek.. Uzun süre suyun altında kaldıktan sonra yüzeye çıkmış gibi bir nefes beraberinde fısıldıyor bana:
‘’Bir gün, bir gün ama mutlaka bir gün …’’cılız bir ışıkla beraber.
‘’Bir gün, bir gün ama mutlaka bir gün…’’