Sufiler, yaşadıkları manevi tecrübeyi ya da bu tecrübenin bilgisel içeriğini doğrudan kelimelere dökmenin zorluğunu çeşitli vesilelerle vurgulamışlardır. Zira dil, bütün beşeri tecrübeyi kuşatıp kendine özgü kalıplara dökmede yetersiz kalmaktadır. Dolayısıyla, tecrübenin sınırları dilin sınırlarını aşmaktadır. Sufiler, zevkten tecrübe edip hissettikleriyle ifade ettikleri arasında derin farklılığın olduğunu billmekle, bir iletişim aracı olarak dili kullanma arasıdaki gerilim ve çelişkiyi sürekli yaşarlar. Sufi epistemolojisi söz konusu olduğunda idrak etmek idrak edememe şeklinde tezahür eden bu gerilim ve paradoksallık, ma'rifetin ifadesi noktasında da ifade etme ifade edememe şeklinde tezahür etmektedir. Aslında bakılırsa ruhani tasavvufi tecrübeye ilişkin bütün sözler söylenemeyenin söylemi'dir. Bu sebeple, sufiyane ifadelerde dile dökülenleri olduğu kadar, söylenemeyenleri de hesaba katmak ve tasavvufi literatürü bu perspektiften değerlendirmeye tabi tutmak gerekmektedir. Elinizdeki kitapta, Şeyhü'l-Ekber Muhyiddin İbnü'l Arabi'nin tecrübelerinin yorumu niteliğindeki zengin ifadelerine yansıyan bu gerilimi ve paradoksallığı bulacaksınız.