Oluşun/hilkatin formülü “Elif, Lâm, Mîm” ise bu oluşun değişim ve sürekliliği de “Râ”dır ve “halk-ı cedîd”e işaret etmektedir. Bütün âlem ebedî bir değişim içindedir ve âlemdeki her şey an be an değişmektedir. Her şey, her an, bir an önceki belirişinden farklı bir beliriş ile yeniden oluşmaktadır. Bununla beraber birbirlerini izleyen bütün bu değişimlerin ontolojik olarak dayanmakta olduğu aslî hakîkat hep aynı kalmaktadır. Aslında “Elif, Lâm, Mîm, Râ”ya bir başka karşılık vermek gerekseydi o anlam “varolan her şeyi çekip çevirmek” olurdu.
Kur’ân’ın tamamı insanı/insanlığı tevhîde çağırmakta, ortağı ve yardımcısı olmayan Allah’ın yarattığı şu âlemde tecellîlerini/izlerini/eserlerini bilmemizi/görmemizi ve bu muhteşem sisteme tanık olarak yaşamamızı bizden istemektedir. İlk söyleyişte biraz garip/ters gelse de Allah kendisinin yapmadığı hiçbir şeyi kullarından istememektedir. Allah önce oluşturduğu sisteme kendisi şâhitlik etmekte ve sonra da bu sistem üzerinden kendisini tanımamızı/anlamamızı istemektedir. Bizler saat gibi kurulmuş bir evrende değil Allah’ın her an içinde bulunduğu/yarattığı bir evrende yaşamaktayız. İnsana düşen, bu tecellîler sürecinin farkında olması ve bu oluşa bilinçli bir zihin ve gönülle katılmasıdır. Bu hakîkat ve mârifet düzeyindeki bir îmanın olmazsa olmaz koşuludur. Çünkü îman olup bitmiş değil insanın yaşamı boyunca süren bir olgudur.
Bu çalışmamız “Ra’d Sûresi” üzerinedir ve sûre ismini “gök gürültüsü” anlamına gelen “Ra’d” kelimesinden almaktadır. Dikkat çekicidir sûre içerisinde başlık olarak konulabilecek çok çarpıcı/farklı konular olmasına rağmen “Ra’d” ismi seçilmiştir. Anlaşılıyor ki; varlığın tesbîh faaliyetinin bir parçası olan “gök gürültüsü” metaforu, “insana diz çöktüren, boyun eğdiren, hiçliğini/âcizliğini hissettiren, sığınma duygusu veren” fonetik gücüyle, insanı kendi özgür irâdesiyle bu evrensel tesbîhe katılmaya çağırmaktadır...