2006 yılında bu kitabın örnek olay olarak kullandığı Trabzon’daki Rahip Santoro cinayeti, ardından da 2007’de Hrant Dink’in öldürülmesi ile Malatya’daki Zirve Yayınevi katliamı, ‘milliyetçi hisler’le cinayet işleyen isimsiz gençlerden, cinayetlerin örgüt işi olmadığını ivedilikle saptayan mülki amirlere ve basının ikircikli tutumuna, devletin olaylarda ihmali yahut dahli bulunan görevlileri koruyup kollama konusundaki şaşmaz tavrından, yargının azmettiricileri ve derin failleri saptamak konusundaki isteksizliğine kadar bir dizi benzerlikler barındırıyor. Ülkenin demokrasi rotasındaki ilerleyişinden övgüyle bahsedildiği bu zamanlarda dahi, farklı ‘öteki’ kategorilerindeki birey ya da topluluklar ‘tahrik’ olmuş kişi ya da organizasyonların hedefi olmayı sürdürürken, devlet-medya-yargı üçgeninde de alışılagelmişin dışında bir söylem ve eylem tarzı görememenin derin hayalkırıklığını yaşıyoruz. Eşitlikçi/özgürlükçü, yurttaş haklarına saygılı bir devlet dili, hukukun üstünlüğünü her koşulda muhafaza etmeye gayretli bir yargı ve barış gazeteciliğinin peşinde bir medya hedefinin, düşünün, 2012 itibariyle de uzağındayız. Bu kitap, denizle bir parçalık göz temasını, ‘deniz gören ev’ iyimserliğine tahvil eden bir ruh halinin sonucudur. Türkiye için bu denli iyimser olabilir miyiz? Evet elbette ve olmak zorundayız. Ancak önce bu ülkenin salonunun, bizim mütevazı apartman dairesi kadar dahi deniz görmediğini kabul etmemiz gerekiyor…
“Milliyetçilik yükseliyor mu? Kendine özgü bir rutini var bu sualin. Aralıklarla, bu soruyu ortaya atan medya soruşturmalarına, televizyon tartışmalarına rastlıyoruz. Bugün 40 yaşında olan bir Türkiye vatandaşı, en az dört-beş kere bir ‘milliyetçilik dalgası yeniden yükseliyor’ röportajına veya programına denk gelmiştir! Sırf bu durum bile, Türkiye’de milliyetçiliğin debisinin zaten hep yüksek olduğunu gösteriyor. Bunun işareti sadece ‘patlama, kabarma’ diye tarif edilen büyük olaylar, kitlesel gösteriler, linç vakaları değildir. Bunlar da aralıklarla tekrar etmekle beraber, asıl önemlisi, milliyetçiliğin sessiz ve ‘normal’ zamanlardaki varlığı, devamlılığı, canlılığıdır. O büyük olayların, ‘patlamaların’ zeminini oluşturan gündelik, sıradan milliyetçiliktir. Milliyetçilik araştırmalarında ve teorisine sıradan milliyetçiliğe hak ettiği önemin verilmesini sağlayan Michael Billig, bu olguyu anlamak için, özel günlerde coşkuyla sallanan bayraklardan ziyade her gün dört bir yanda ‘kendi halinde’ dikili duran bayraklara bakmak gerektiğini yazmıştı.” Tanıl Bora