Genellikle inanç ve düşünce sistemleri üzerinde çalışan Hüseyin Dayı, bu kitabında dinî inançlar ve ideolojilerin temel eserlerine dayanarak, okuyucuya coğrafya ve tarih yolculuğu yaptırmakta; hem Batılı hem de Doğulu bütün inanç ve kültürlerin, insan, hayvan ve bitki haklarıyla genellikle ters düştüğünü göstermektedir. Böylece Kur’an-ı Kerim’deki, “İyilik, yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz değildir” diyen ayete dikkat çekmektedir.
Ulaşılmış hak ve hürriyetlerin, “Avrupa, Batı veya Hıristiyan medeniyeti” diye tanıtılamayacağını; aslında o medeniyete tamamen ters olup, İslamî muamelata ise büyük ölçüde benzediğini göstermekte; insan fıtratına uygun yegâne hayat tarzını, Doğulu da Batılı da olmayan İslam’ın koyduğunu ispatlamaktadır. Müslümanlarca uygulanmış fakat terk edilmiş olan o muamelatın, tarih boyunca yapılan mücadelelerle yeni yeni kazanılmaya yüz tuttuğunu sergilemektedir. Böylece, “Eğer Allah, insanlardan bir kısmının kötülüğünü diğerleriyle savmasaydı elbette yeryüzü altüst olurdu” diyen ayeti düşündürmektedir.
Nihayet insanlığın, uzun direnmeler sonunda –bilmeden de olsa- İslam medeniyetine doğru yöneldiğini ispatlamakta, İslamî tebliğe uymayan gayrimüslimlerle İslamî muamelatı terk eden Müslümanlara ise şu ayeti hatırlatmaktadır:
“Biz onlara hem ufuklarda, hem kendi nefislerinde delillerimizi öyle göstereceğiz ki, sonunda onun gerçek olduğu kendilerine açıkça belli olacak.”
Batılıların yaşadığı şimdiki medeniyete, “Avrupa medeniyeti” demek de “Batı medeniyeti” demek de “Hıristiyan medeniyeti” demek de yanlıştır. Çünkü o tezler, ancak teokratik ve feodal sosyo-politik yapı için geçerlidir. Oysaki o yapıyı Rönesns-Reform ve sonrasında giderek terk ettiler.
Muamelat yönü itibariyle Hıristiyanlık, insanın bu dünyada güven ve huzurunu teminden çok uzaktır. Terk edilip laiklikte karar kılınmasının sebebi odur. Fakat laiklik de aynı güveni verememiştir. İntiharların, cinayetlerin, tecavüzlerin, maddiyata yönelik suçların ve boşanmaların, refah seviyesi çok yüksek modern devletlerde artması bunu göstermektedir.
Din ile bilim arasında tercih yapma mecburiyeti, sadece Hıristiyanlar içindir. Ya Hıristiyanlığı ya da bilimi reddedeceklerdir. Aynı durum siyasî yapıları için de geçerlidir. Ya Hıristiyanlıkta köleliği ya da laiklikte hürriyeti seçeceklerdir. Müslümanların o türden tercih mecburiyetleri yoktur.
Batı’ya karşı Doğu’nun üstünlüğünü savunurken, İslamiyet’i ileri sürmek yanlıştır. Çünkü İslamiyet, Doğulu da Batılı da değildir.
Modernite dönemindeki kadın hakları savunucularının hepsi, “laik aydınlar”la savaşmışlardır. O hâlde laik modernitenin kadınlara haklar ve hürriyetler getirdiği, kocaman bir yalandır.
Kadınları “kamusal alan”dan dışlayan, laik erkekler olmuştur. İslamiyet, ilk devletleştiğinden itibaren kadınlara kamu görevi vermiştir.