Göç, insanlık tarihinin her döneminde arkasında büyük acılar ve kahredici öyküler bırakan bir gerçek olmaya devam ediyor. Geçmişte yaşanan bu acıların bilinmesi ve yenilerinin yaşanmaması için onu gelecek nesillere taşıyacak bir dile ihtiyaç var. İnsanoğlu bu dili bulmuş aslında. Sözlü ve yazılı gelenek yoluyla ve çeşitli kurmaca metinler aracılığıyla günümüze ulaşan göç hikâyeleri bu dilin ta kendisidir.
Elinizdeki bu kitap her şeyden önce böyle bir dil içerdiği için çok önemli. Otacıların yerinden yurdundan koparılmasıyla başlayan macerasını neredeyse bu coğrafyada yaşamayan aile yok gibi. Ümran Dağaşan Özlük, büyüklerinden dinlediği hikâyeleri yıllar sonra roman gerçekliği içinde anlatırken hikâyesini naklettiği ailenin bir ferdi olarak zaman zaman romantik tavır takınmaktan kendisi alamıyor.
Kış Güneşi, geniş bir coğrafyada ve uzun zaman diliminde yayılmış olayları anlatıyor. Bir romanın sınırlarına bunları sığdırmak oldukça zor. Yazar, bu zor işi başarıyla gerçekleştiriyor. On dokuzuncu asrın başında Dağıstan/ Babayurt’ta başlayan olaylar Otacıların 1828’de Oltu’ya gelişleriyle bitiyor. Gürcistan, Acara, Batum ve Ahıska’da geçen yıllar, yaşanılan göç sürecinin diğer mekânları.
Yazar, Otacı ailesinin göç macerasını bir süre Babayurt’tan komşuları olan ve zorlu göç şartlarında aynı kaderi paylaşan Orhangiller ailesiyle birlikte yürütür. Romanın iki önemli kahramanı Durak Bey ve Günes Hatun, bilgileri, cesaretleri, çalışkanlıkları, sevgileri ve merhametleriyle göç yollarında ve konakladıkları her yerde sadece Otacıların değil,
etrafındaki diğer insanların da enerjilerini yönetirler. Sahip oldukları güçlü aile bağları sayesinde kültürlerini ve saygılıklarını gittikleri her yere taşımayı başarırlar.
Bu coğrafyanın çocuğu Ümran Dağaşan Özlük, güçlü kalemiyle ve geniş kelime servetiyle,unutulmakta olan hatta unutulmuş tarihi gerçekliği yeninden gündeme taşımakla fevkalade kıymetli bir iş yapıyor.Bu hikâyelerin nehir roman olarak akması lazım. İkincisi,hatta üçüncüsü hatta dördüncüsü…