O yıllarda çift kişilikliydim. Gündüzleri olağan ve sıradan, bazen de sıkıcı, geceleri olağandışı ve korkunç. Annemin elleriyle sarıp sarmaladığı yatağımın kenarından geçen ucube de denmez ama kaba saba ve vahşi, küçük, biçimsiz, kambur, çarpık, eski zaman elbiseleri giymiş insanlar geçiyordu, sonra onlara Callot'nun gravürlerinde rastladım. Elbette onları ben yaratmamıştım. Şimdi Güzel Sanatlar okulunun bulunduğu geniş alanda gravürlerini sergileyen resim satıcısı Bayan Letord'un komşusu bu rastlantıyı şöyle açıklıyordu:
Benim hayal gücüm onunkilere ekleniyor, gece gelen işkencilerimi iğneler, şırıngalar, küçük süpürgeler ve öteki ev aletleriyle silahlandırıyordu. Onlar ağırbaşlı bir edayla geçmiyorlardı; siğiller kaplamış burunlarının üstünde yuvarlak gözlüklerle, çok telaşlı bir şekilde beni görmeden geçip gidiyorlardı. Bir akşam daha lamba yanarken babam yatağıma yaklaştı ve bana nadir gülen insanların zarif gülümseyişiyle baktı. Uyuklamaya başlamıştım, elimin içini gıdıkladı ve bana pek bir şey anlayamadığım bir şeler mırıldandı: "Sana bir inek satacağım." İneği göremeyince elbette sordum: