22 Nisan 1915, serin bir bahar akşamı. Yıldırım ve Farya, İzmir’de sessiz sakin bir çiftlik evinde uzun bir ayrılığın onları beklediğini bilmeden birbirlerine şiirler okuyor, sevdalarını göldeki kuğular gibi zarif bir şekilde yaşıyordu. Yıldırım şömineye odun atıyor, Farya ise kitaplıktan bu akşam okuyacakları şiir kitabını seçiyordu. Yıldırım şömine ateşini harlamaya çalışırken gökleri yırtan bir ses duyuldu. Gökyüzü sanki bağrına yara almış bir asker gibi bir feryat ile haykırmıştı. Gökyüzünden boşalan yağmur camları dövüyor, âdeta bu acı ayrılığın habercisi oluyordu.