Her sanatkâr kendinden önceki sanatçıdan yararlanır. Onların farkı, gelenekten aldıkları ilhamı günün şartları ile yoğurarak farklı bir esinti ve söylem oluşturabilmektir. Bu açıdan ben kendimi ayakları gerçek dünyaya basan; zamanın getirdiği psikolojik, sosyolojik ve ekonomik sıkıntılardan bunalan; kalabalıklar içinde terkedilmişlik azabı içerisinde kıvranan; bir çıkış yolu arayan; hayalleri ve ümitlerine tutunup zamanın sloganik ve popülist söylemlerinden sıyrılarak insanı arayan bir dert yazarı olarak görüyorum. Bunu yaparken ne gerçek dünyadan sıyrılıp sanal bir evren inşa ediyorum ne de hayallerini bir kenara bırakıp hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı, insanoğlunun elinde kalanların karanlıktan ibaret olduğunu düşünerek eser üretiyorum. Zamanda ne kadar geriye gidersek gidelim her nesil kendi zamanının şikâyetçisi ve geçmişin özlemcisidir. Bana göre bu bir yanılsamadan ibarettir. Zamanı ve güzellikleri kaçırıp sorumluluktan sıyrılmak için üretilen bir oyalanma taktiğidir. Hâlbuki insanın olduğu her zamanda; iyi ve kötü vardır. Bir kişi ne mutlak iyidir, ne de mutlak kötü… Herkesin iyi tarafı ve kötü tarafı vardır. İnsanın olduğu yerde hayat, sanat, estetik, aşk, merhamet, iştiyak kısaca ruh ve kalp olduğu gibi ölüm, yıkım, çirkinlik, çarpıklık, hırs, haset, nefret, ihanet, kibir kısaca nefis de vardır. Ve bu iki cenahın çarpışması, karışması ve birbirine bulaşması devam edecektir. Ben sadece bunu resmetme gayretindeyim. Abartmadan, kabartmadan, bulandırmadan… Son olarak, her hikâye güzel bitmez ama her hikâyede güzellikler bulunur.