“Katı olan her şeyin buharlaştığı” bir dönemden “hiçbir şeyin katılaşmaya dahi fırsat bulamadığı” bir döneme girdik. Toplumsal, kültürel ve teknolojik değişim öyle bir hıza ulaştı ki üretilen bir alet daha dolaşıma girmeden “temel niteliklerini” yitirme tehlikesi ile karşılaşıyor; tüketim nesnesi olduktan kısa bir süre sonra da demode oluyor. Kuşkusuz fikir dünyası da bu hızdan nasibini almış durumda. Tıpkı aletler gibi düşünceler de – veya kavramlar da diyebiliriz - hızla tüketildikten sonra kendi - düşünceler tarihi - bahçesine gömülüyor. Tüketim dünyasının yaratmış olduğu (ve neo-liberal tekno-kapitalist nesneleştirme kiplerinin sonucu olarak ortaya çıkan) ilişkilerin – veya başka bir ifadeyle söylersek, “büyüsü bozulan dünya” tarihinin çöplüğüne atılmış (ya da tüketim nesnesi olduktan sonra hiçbir ayrım gözetilmeden üst üste yığılmış) fikirler katmanının - bize bıraktığı en önemli sorunlardan biri geleceğe ilikin bir belirsizlik halidir. İnsan tarihinin bu en hızlı çağının - kendi içinde ve tuhaf bir şekilde – son derece belirsiz bir gelecek tasarımı barındırdığı öne sürülebilir. Açıkçası hiçbir şeyi umursamayan, muazzam bir belirsizlik hali barındıran ve geleceğe doğru savrulan bir şimdi anı yaşamaktayız. Geçmişi müthiş bir kayıtsızlıkla karşılayan, geçmişten geleceğe hiçbir gelenek ya da öğe taşımak istemeyen bir an bu. İşte bu yüzden -her kültürel öğenin kolayca birbirinin yerine ikame edildiği, her söylemin anında değiştirilebildiği, tüm mevcut gelenekler ve bu geleneklere ilişkin bireysel-kolektif belleklerin silindiği ve her pozitif-kurucu anlatının altının oyulduğu bir “post” dönemde- geleceğe ilişkin bir pozitif ütopya üretmek neredeyse imkânsızlaştı. Nihilizm teriminin kifayetsiz kaldığı günümüzde “denetim ve öngörülebilirlik hissinden mahrum kalan bir halde böyle bir hızda ilerleyen bizler, geçmişi de geleceği de hayret ve endişeyle karşılıyoruz.”