İslamı yaşama ve hayatımıza uygulama açısından mezheplerin de mutlaka önemli bir yeri vardır. Mezheplerin, Kur’an ve sünnetten sonra dini, içtimaî, ahlakî, siyasî, ailevî ve ticarî konularda da bizlere rehber olduğu âşikârdır. İslam’ın kaynakları arasında da Kur’an ve sünnetten sonra elbette kıyas-ı fukaha ve icma-i ümmet gelir. Kur’anda ve sünnette olmayan meseleleri ancak mezheplerin hükümleriyle çözebiliriz. Yani sadece dünya hayatımıza değil, ahiret hayatımıza da büyük katkıları vardır. Zira o Mezhep imamları olmasaydı, biz bazı müşkil meselelerin altından zor kalkardık ve çok zor durumlarda ve çıkmaz sokaklarda kalırdık.
Elbette ki her meseleyi Kur’an‘da ve sünnette bulamayabiliriz. İşte o zamanlar ictihadlar ve müctehidler (mezhepler ve imamlar) devreye giriyor ve meseleyi halletmiş oluyorlar. Buna en güzel örnek Peygamberimiz’in (s.a.s.) Muaz bin Cebeli Yemen’e gönderirken hatırlatmış olduğu husustur. Rasulullah, Muâz b. Cebel’i, vali olarak Yemen’e tayin etti. O, yola çıkmak için Peygamber’den izin istemeye geldiğinde, Rasulullah Muaz b. Cebel’e sordu:
“Hangi esasa göre hüküm vereceksin yâ Muâz?”,
“Allah’ın kitabına (Kur’ân’a) göre!”
“Onda bulamazsan?”,
“Peygamberin Sünneti ile!”,
“Ya onda da bulamazsan?”,
“Kendi içtihadımla hükmederim”
deyince Rasulullah sevinmiş ve Allah’a hamd etmiştir.
''Tirmizî, Sünen, Kitabu’l-Ahkâm, 1987, c, III, s,616.''