Kendini tanımaya ben ve ötekiler ayrımı ya da benzerliğinden yola çıkarak başlayan insan, yaşam alanında sürekli bir kimlik edinme çabası içerisindedir. Bu çaba, öncelikli olarak verili düzenin, belirli normların ve kodların içerisinde şekillenir. Bu normları kabullenen insanın kimliği, başta aile olmak üzere yakın çevreden uzak çevreye doğru yayılan bir kimlikler bütünü ve kimlikler karmaşası içerisinde var olur. Dolayısıyla kimlik kazanma çabası, bireyin kendi yaşamı ve yaşadığı çevre ile yakından ilintilidir. Her birey, doğumundan itibaren kendini tanımaya başladığı sürece kadar anadili, din, gelenekler, ekonomik durum, coğrafik bölge/vatan, ırk vb. özelliklerin içerisindedir.
Kimliğin temel kurgusu, bireyin kendi varlık alanını sorgulamasıyla başlar. Ben kimim? sorusunun bir sonraki aşaması olan Biz kimiz? sorusunun cevabını araştıran birey, varlık olmanın sınırlarını ve sırlarını sürekli sorgulayarak “ne”liğini ve “kim”liğini arar. Bu arayışı benden bize doğru gerçekleştirirken de içinde doğduğu dünyada hazır bulunan materyalleri kullanır. Kendini benzerleri ve ötekiler ayrımı içerisinde bulan ve varlığını bu karşıtlık üzerinden sorgulayan bireylerin kimlik arayışı da bu noktada belirginleşir.
Toplumları geleceğe taşıyan ve onları bir yığın olmaktan kurtaran bilinç, toplumsal bellek kurgusu ile sağlanır. Toplumsal belleğini yitiren topluluklar ise yeryüzünden silinmeye mahkûmdurlar. Millî Edebiyat dönemi şiirinde dört tarafı sarılmış ve toprakları işgal altında olan Türk toplumunun belleği tazelenme çağını yaşar. Bu bağlamda Millî Edebiyat şiiri, Osmanlı İmparatorluğu’nun çok uluslu yapısında körelen Türk milletinin toplumsal belleğine tarihsel ve kültürel boyutunu yeniden kazandırmayı amaçlar.