Seni yazmak, yazıyla sana can vermek, bana seninle söyleşme imkanını verecek aslında. Söyleştikçe kapanacak yaralarım, arınacak ruhum, huzura erecek yorulmuş gönlüm.
Teselliyi yazıda arayacağım, doğru, yazının verdiği iyileştirici etkiyle mutlu olmaya çabalayacağım, bu da doğru. Acaba bu, gerçek bir iyileşme ya da huzur olacak mı? Karşıma seni koyup, gözlerinin en yeşiline bakıp, hiç düşünmeden konuşacağım. Ölçmeden, tartmadan ve hiçbir şeyi sorgulamadan…
İyileşecek miyim o zaman?
Bir ruhani gezgini, oradan oraya dolaşan bir kayıp ruhu tutup oturtacağım karşıma.
“Sen!” diyeceğim ve ardından ilave edeceğim:
“Sen, aradığım ama bulamadığım, yanı başımda olsa da fersah fersah uzak olan!
İşit beni, sus ve sadece işit.”
Çağatay Bey’in kimseye anlatamadığı, yalnızca yayınevinin editörüyle ve genel yayın yönetmeniyle paylaştığı bir yaranın öyküsü Müzmin Yara. Yazdıkça iyileşeceğini zanneden 60 yaşlarındaki bir emekli öğretmen… Babasını hatıralarında arayan bir hasretkeş…. Sevgi ve ilgi arayan küçücük bir çocuğu içinde büyüten koca bir adam…. Çağatay Bey…