İstanbul’a, sadece Türkiye’nin değil, dünyanın da en büyük kentlerinden birine “okumaya” gelmek… Sadece derslerle, hayat
gailesiyle değil bir metropol olan İstanbul’la da mücadele etmek… A. Çağlar Deniz, “Öğrenci İşi”nde İstanbul’a okumak için gelen üniversite öğrencilerinin uyum sağlama “taktiklerini” tespit etmeye çalışıyor. Bu taktiklerin gençlerin sosyal ve kültürel sermayelerine göre değişip değişmediğini, ideolojik veya dinî gruplara üye olunmasıyla farklılaşıp farklılaşmadığını, etnisite yahut cinsiyet değişkenlerine göre ayrışıp ayrışmadığını etraflı şekilde değerlendiriyor. Üstelik bunu “gündelik hayat teorisi” çerçevesiyle ele alıyor. Dolayısıyla üniversite gençliğinin kültürel özelliklerine, gündelik yaşamlarını sürdürürken neleri dikkate alıp almadıklarına, aralarındaki “sembolik” dile ve bunun taşıdığı anlamlara da dikkat çekiyor.
“İstanbul’un her tarafının televizyonlardan gördüğümüz gibi olduğunu sanıyordum. Fakat gelince böyle bir düzen olmadığını gördüm…” “İstanbul’da sulu yemek yiyemediğim için fast food’a başladım…” “Memlekete gittiğimde, arkadaşlarım benim İstanbul’da okuduğumu özellikle vurguluyorlar. Mesela bir sorunla karşılaştığımda, bana ‘Sen İstanbul’da okuyorsun, bu da senin için sorun mu?’ falan diyorlar.”