Camgözlerle kuşatılmış bir dünyada yaşamaya zorlananlar, çağımızın tutsakları..
Bilirsiniz; bebeklerin ninnilere, çocukların masallara duydukları açlığın bir benzeridir büyüklerin hikayelere olan düşkünlükleri..
‘‘Özgürlük Kampı’’ aşklarımızı, acılarımızı, öfkelerimizi, inançlarımızı, toplumsal dokunun hücrelerine sinmiş ayrışma noktalarımızı şeffaf bir ağla kuşatan o görünmez dünyanın derinliklerine dalarak anlatıyor baştan sona kurgulanmış hayatlarımızın hüzünlü hikayesini..
Gözlenen, gözleyen, gözlettiren, sunulanı izleyen, izlediklerinden yola çıkarak olumlu olumsuz kanaatler belirten, yorumlayan, yazan, çizen, suçlayan, yargılayan, hiç fark etmez, toplu halde bir kirlenmeyle, kıyımla karşı karşıyayız. Ama bu gözlenen, kayıt altına alınan kurbanların çıplaklıklarından yansıyan kirlenme duyguları, boyun eğermiş gibi görünen sessizliklerinin aksine, dizginlenmesi olanaksız bir güce sahip.
O gücün yakıcı, ağır kokusu, alaca rengi, tedavisi bilinmeyen ölümcül bir hastalık gibi camgözlerden caddelere, sokaklara ve evlere yağ kıvamında akarak ayrım gözetmeksizin herkese bulaşıp kalıyor.
Vicdanlarımıza sırtımızı döndükçe, ondan bakışlarımızı kaçırdıkça ve sustukça, kirlenen hayatlarımızdan geriye kalan döküntülerin hikayesi bu..
‘‘Özgürlük Kampı’’ perdeleri hiç açılmamış bir pencerenin önüne davet ediyor okurlarını..
Gerçeği en çıplak haliyle görmeye hazır mısınız?