Kardeş topraklarda yüz yıllık acıyı hiçbir şey olmamış gibi dindirmek mümkün mü? Hangi ağacın gölgesine sığınsanız, hangi taşın altına el atsanız artık bu topraklarda yaşamayan kadim halkın izine rastlarsınız.
Yüz yıllık mühür gibi alnınıza yapışmış, takip eder. Ne kadar gizleseniz, ne kadar yok saysanız; tüm iyi niyet çabalarınızla hatırlasanız bile hep peşinizdedir. En çok hesap sorar. Bazen de hiç bilmediğimiz, sorgulamaya bile gerek duymadığımız gerçekliğimizi yüzümüze vurur.
Bu topraklar, kardeş topraklar. İçinde barındırmaz utanç tohumlarını. Er ya da geç, öyle ya da böyle kusar soykırım denen laneti. Kimi, bilmeden kendi gerçeğinin izini sürmektedir. Kimi bir ömür aşkıyla kucaklaşmayı beklemektedir, ölüm saatini. Kimi, “Keğetsiğim, keğetsiğim…” diye sarılır seksen yıl öncesinde bıraktığı her şeyine.
Halil İçöz, Salavat Tepe'de, soykırıma adım adım giden yolu öyküleştirdi. Tıpkı Fabriel Garcia Marquez’in Kırmızı Pazartesi’sinde olduğu gibi, herkes soykırımdan haberdardır. Sadece kurbanlar ve en masum olanlar dışında.