Otizmin esiri Andrea ile oğlu uğruna savaşan, yılmayan ve hayal kurmayı bırakmayan bir şövalye olan babası Franco’nun gerçek hikâyesi…
Andrea otistik bir genç. Ne zaman başlayacağı bilinemeyen bir fırtına gibi. Parmak uçlarında yürüyor. Nesneleri büyük bir titizlikle sıralıyor. Birini tanımak istediğinde sarılıp karnına dokunuyor. İnsanlardan uzak, paralel bir evrende yaşayan Andrea hastalığının esiri ve babası Franco da oğlu uğruna savaşan bir şövalye, yılmayan ve hayal kurmayı bırakmayan bir şövalye…
Yıllarca modern, deneysel ve alternatif tıp yöntemlerinin hepsini denediler. Şimdi farklı bir yolculuğa çıkıyorlar. Ne pusulaları var ne de yol haritaları belli. Amerika’yı motosikletle bir uçtan öbür uca kat edip Guatemala ormanlarının derinliklerine dalıyorlar.
“Gökyüzünü gösteriyorum. “Ne renk?”
“Mavi.”
“Kum ne renk?”
“Kahverengi.”
“Sarı değil mi?”
“Kahverengi.”
“Peki, bu manzaranın bütününün rengi ne?”
“Güzel.”
Andrea ne görüyor acaba?
Ya algıları onunla saklambaç oynuyorsa? Benim gözümün önünde bir filtre olsaydı ve ışık algımı sürekli değiştirseydi ben ne yapardım? İnsan sürekli, bir gün kuzey kutbundaki bir Afrikalı, ertesi gün Namibya çöllerindeki bir Eskimo gibi hissetmeye dayanamaz. Yardım et Andrea, seni anlamama yardım et…
Oturup kendine acımak yerine harekete geçmek gerek çünkü hayat süprizlerle dolu. Ve her şey her an değişim halinde. İnanın.